Önce Avrupa düşlerinden uyandı Fenerbahçe. Sonra Türkiye Kupası’ndan da sessizce çekildi. Geriye, umudun ve hırsın son sığınağı olarak Süper Lig kalmıştı. Eğer hâlâ şampiyonluk umudunu diri tutmak istiyorsa, Galatasaray’ın bay geçtiği bu haftada Trabzonspor engelini aşmak zorundaydı.
Maç saati geldiğinde gördük ki, sahne, akıl ile çılgınlık arasında salınan incecik ipin üzerinde yürüyordu. İpte ki cambaz da Mourinho'ydu. Portekizli teknik adam, öyle bir kumar oynadı ki, bu satranç tahtasında sadece taşların yerini değil, kuralları da baştan yazdı.
Galatasaray karşısına çıkan 7 oyuncuyu bir kalemde sildi. Yetmedi, 15 maçtır başarı getiren üçlü savunma düzenini bozdu; dörtlü savunmaya geçti.
Dahası, aylardır takımın en istikrarlı isimlerinden Oğuz'u onbire, Kostic'i kadroya bile almadı. Herkesin aklında aynı cümle dolanıyordu maçtan önce.
“Bu adam delirmiş olmalı…”

Maçın başlangıcıyla birlikte Fenerbahçe, yazgısını kendi elleriyle yoğurmak yerine, kaderin rastgele dağıttığı kartlara bel bağlayan bir kumarbaz edasıyla sahadaydı. Ne ritim vardı oyunlarında, ne de mücadeleye dair bir iz. Topa daha çok sahip olmaları, yalnızca bir illüzyondan ibaretti. Zira bu hakimiyetin içinde üretkenlikten, hayal gücünden, cesaretten eser yoktu.

Diğer yanda Trabzonspor, kaderin sessizce sunduğu fırsatları daha çok sezen, daha çok tehdit oluşturan taraftı. İlk 45 dakikada, sahayı bir satranç tahtası gibi okuyan ev sahibi, rakibini geri çekilmeye mecbur bıraktı.

Ve bu kader oyununun en dramatik anı geldi: 45+4'te, Uğurcan’ın degajı bir yazgı taşı gibi gökyüzünde 70 metre boyunca süzüldü, top yere indiğinde, Fenerbahçe'den karşılayan kimse olmayınca. Zubkov Draguş'a golü attırdı. Bu sadece bir gol değil, aynı zamanda bir gafletin manifestosuydu. Bu öyle bir savunma zaafıydı ki, bırakın Süper Lig’i, 3. Lig’de dahi görülse başlar öne eğilirdi.

Ama ikinci yarıda kader yeniden yazıldı. Kartlar bir kez daha dağıtıldı, oyunun akışı bambaşka bir rotaya saptı. Mourinho, savunmadan Djiku'yu kenara alıp, haftalardır eleştirilerin odağındaki Talisca'yı orta sahaya sürdü. Kim tahmin edebilirdi ki, sessiz geçen haftaların adamı, gecenin yıldızına dönüşsün?
Önce soğukkanlı bir penaltıyla Fenerbahçe’ye nefes verdi, ardından attığı iki golle gecenin hat-trick'ini tamamladı. Arada Skiniar’ın katkısıyla skor tabelası bir anda ters yüz oldu.
Bu 4-1’lik zafer, Fenerbahçe'nin şampiyonluk yarışında Galatasaray’la arasındaki farkı 3 puana indirmesinin fotoğrafıydı.

Kim ne derse desin bu galibiyet Mourinho'nun akıl ve çılgınlık arasında salınan ipte yürümesiydi
Çünkü bazen, aklın erişemediği yerlerde sezgi konuşur. Bazen strateji, mantığın değil, yüreğin fısıldadığı bir risktir. Mourinho, aklın değil cesaretin kumarbazıydı bu gece.
Zira bazı zaferler sadece skorlarla değil, paradigmayı yıkma cesaretiyle kazanılır.

Mourinho, bu maçta sadece teknik direktör değil, futbolun anarşist filozofu olduğunu gösterdi.
Bilgenin dediği gibi.
“Gerçek kahramanlar, sonucun değil, riskin peşinden gider.”